Kaygı hepimizin vakit zaman yaşadığı temel bir histir. Bizi tehlikelere karşı harekete geçirir. Kimi bireyler bu duyguyu daha ağır ve ömür kalitesini etkileyecek halde yaşarlar. Yapılan araştırmalar dert bozukluklarının çocuklukta başladığını ve oluşum sürecinde genetiğin (biyolojik) ve anne baba davranışlarının (çevre) tesirli olduğunu göstermiştir.
Kaygılı, telaşlı çocuklar etraflarındaki olaylara karşı çok hassastırlar. Karşılaştıkları meselelerin olumsuz sonuçlanmasından, berbat şeyler yaşanmasından gereğinden fazla kaygı duyarlar. Şayet aileler çocuklarının duygu yoğunluğunu fark edemezlerse, sorun karşısında tahlil üretmek yerine ondan uzak durmasını isteyebilirler. Bu halde aileler muhafaza iç güdüsü ile davrandığında bir taraftan çocuklarının öğrenme fırsatlarını elinden alırken bir taraftan da korkunun sürmesine neden olan kaçınmayı pekiştiriler. Örneğin parkta arkadaşlarının ona güldüğünü düşünen ve bu durumdan ötürü kendini dışlanmış hisseden bir çocuk ve aile hayal edelim. Şayet aile çocuklarına hemen uzak durmasını ve parka gitmemesini isterse telaşlı ve ziyanlı (kaygıyı arttıran) bir tahlil önermiş olur. Onun yerine ne hissettiğine yeterlice kulak vermek, yaşadığı duyguya eşlik etmekle (empatik tutum) başlanmalıdır. Dışlanmasına neden olan olayı ve bu durum karşısındaki yorumunu (dışlanıyorum) test etmesini istemek ikinci adım olmalıdır. Esasen telaşını anlatmış çocuk sakinleştikçe daha gerçekçi düşünebilecektir. Bu durumda arkadaşları ile tekrar oynamayı ve birebir şeylerin yaşayıp yaşamayacağını test etmesini istemek çocuğa öğrenme fırsatı sunacaktır. Unutmayın tasa kaçındıkça artan bir histir.
Çocuklarımızın korkuyla yüzleşmesini, bu hissin nedenlerini değerlendirmeyi öğretmek ailelerin temel vazifelerindendir. Kalın sağlıcakla..